21 Nisan 2008 Pazartesi

Ali Akbaş

Ali Akbaş
*1942 yılında Kahramanmaraş’ın Elbistan kazasında doğdu.*İlk ve orta öğrenimini memleketinde ,*Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde yaptı.*Çeşitli lise ve Yüksek okullarda öğretmenlik ve idarecilik yaptıktan sonra araştırma görevlisi olarak Hacettepe Üniversitesine atandı. Burada, dil üzerinde yüksek lisansını tamamladıktan sonra Türk Dili okutmanlığına geçti ve 1996 yılında meslek hayatında 25 yılını doldurarak emekliye ayrıldı.*Daha lise öğrencisiyken yarışmada birincilik kazanan şiiri K.Maraş Lisesi Marşı olarak kabul edilen Akbaş, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Kuş Sofrası adlı kitabıyla Çocuk Edebiyatı dalında Yılın Şairi seçilmiş (1991), Yunus Emre Yılı dolayısıyla İstanbul’da gerçekleştirilen XII. Dünya Şairler Toplantısı’nda bir plaketle ödüllendirilmiş (1991) Kazakistan’ın başkenti Almatı’da gerçekleştirilen II.Türk Dünyası Şiir Şölenin’nde Mağcan Cumabayulı Ödülüne lâyık görülmüş (1993). Ve Kosova’da yayınlanan Türkçem Çocuk Dergisi tarafından yılın ödülü verilmiş (2004), İtalya’nın Venedik şehrinde düzenlenen 57. Şiir Bianeli’nde (2005) ve 20. Moskova Kitap Fuarında Türkiye’yi temsil etmiştir (2007). *Bugüne kadar arkadaşlarıyla birlikte Divan, Doğuş Edebiyat ve Kanat dergilerini çıkaran Akbaş, hâlen Genel Başkan Yardımcısı olarak çalıştığı AVRASYA Yazarlar Birliği’nin yayın organı olan Kardeş Kalemler Dergisini çıkarıyor. *Masal Çağı (şiir), Kuş Sofrası (çocuklar için şiir), Gökte Ay Portakaldır (masal) ve Kız Evi Naz Evi (piyes) adlı eserleri vardır.*Kuş Sofrası adlı şiir kitabı Mariya LEONTİÇ tarafından Makedonca’ya çevrilmiştir. (2000)1942 yılında Elbistan’ın Çatova köyünde doğdum. Sırasıyla , Çatova Köyü İlk Okulunu, Elbistan Orta Okulunu, K. Maraş Lisesini ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdim. Çeşitli liselerde, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde ve Ankara Meslek Yüksek Okulunda edebiyat öğretmenliği ve idarecilik yaptım. Filim Radyo Televizyonla Eğitim Merkezinde radyo programcılığı görevinde bulundum.1983 yılında araştırma görevlisi olarak H. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne geçtim. Burada da yüksek lisansımı tamamlayarak Türk dili okutmanlığı görevine geçtim. Okutmanlık yanında şiirle ve çocuk edebiyatıyla da uğraşmaktayım. Masal Çağı, Kuş Sofrası, Gökte Ay Portakaldır adlı üç kitabım yayımlandı. Meslek hayatımda yirmi beş yılımı doldurarak emekli oldum. ALİ AKBAŞ’IN EDEBÎ KİŞİLİĞİGünümüz şairlerinden olan Ali Akbaş’ı hiç bir edebî akıma bağlıyamayız. Fakat o her güzellikten yararlanan bütün etkilere açık bir sanatçıdır. Eski-yeni, yerli-yabancı demeden Karacaoğlan’dan Âşık Veysel’e, Fuzûlî’den Yahya Kemâl’e, Tagor’dan Bodler’e kadar bütün iyi şairleri dikkatle okuyan Akbaş, “klasiklerle beslenmeyen yeninin kalıcı olamayacağı, ve ancak geçmişten, yâni mâzîden güç alarak yeniyi kurabileceğimiz” görüşündedir. Şiirlerini dingin, demlenmiş bir dille yazan şair, yeniliği garip kelimeler kullanmakta değil, hayatı ve eşyayı algılamada arar. “Evrene bir de benim penceremden bakın” der âdeta. Akbaş bu konuda şöyle diyor: Bir tabloyu değerli kılan orada kullanılan malzeme ve konu edinilen manzara değil, o konuya giydirilen kompozisyondur. Sanat, reel tabiat değil, sanatçının prizmasından geçmiş tabiattır. Pikasso da, amatör bir ressam da ayni boyayı ve ayni tuvali kullanarak ayni manzarayı resmederler ama ortaya başka tablolar çıkar. Ona göre “herkesin konuştuğu klasik dil, kullanmasını bilenler elinde sonsuz varyasyonlarla dolu ve bin bir oyuna müsaittir. Yerli yersiz dili eğip bükmek güçsüz sanatçıların işidir, göz boyayıcılıktır. İyi mobilya yapamayan usta hep âletlerine takar kafayı... “Vay, çekicim Çekoslovak, testerem Alman” diye.Yarı filozof, yarı çocuk olan şair, eşyayı bir idrak kamaşmasının ardından yakalar, en umulmadık halleriyle görür. Bulunduğumuz atmosferden başka iklimlere taşır bizi. Zaman zaman bir acı veya bir haz duygusuyla ürpeririz.” Akbaşın şiirlerinde bir yandan klasik edebiyatın ağırbaşlı, hikmetli söyleyişi örnek alınırken, bir yandan da naif, çocuksu bir rüzgâr eser. Bu iki tavır birbirine zıt gibi görünse de o içindeki çocuğu susturmamıştır. Zaten sanatı besleyen en güçlü kaynaklardan biri de çocukluk hatıralarıdır. Hepimizin kişiliğinin ipuçları orada saklı değil mi ?..Akbaş, folklor nefesli bir şairdir. Fakat folklor çizgisinde kalmaz. O, Tanpınar’ın “Folklor, külçe hâlinde altındır; sanatçı oradan aldığı malzemeyle küpe, gerdanlık, bilezik yapar.” görüşünden hareketle aldığı malzemeyi dönüştürür. Köy menşeli bir sanatçı olarak onun şuuraltı, çocukluk yıllarında dinlediği masallar, efsâneler, destanlar, türküler, mâniler ve ninnilerle doludur. Fakat bu arkaik malzemeyi deforme ederek, sitilize ederek kullanır. Ayni zamanda amatör bir ressam olan Akbaş’ın şiirini besleyen kaynaklardan biri de kuşu, böceği, çiçeğiyle Anadolu manzaralarıdır, tabiattır. O, bütün çevreyi; büyük bir hayranlıkla seyreder ve empresyonist tablolar çizer. Bu dikkat onun şiirlerine pastoral bir zenginlik olarak yansır. Onun şiirleri, mevsim mevsim değişen bozkır enstantaneleriyle doludur. Tabiata olan bu hayranlık, yaratılıştaki hikmeti seziş, Akbaş’n şiirine metafizik bir derinlik kazandırır ve onu zaman zaman bir duâya dönüştürür.Akbaş, şiirlerinde belli bir şekil endişesi gözetmez. Daha çok hece yi ve serbest nazmı kullanmakla beraber az da olsa aruzla yazılmış şiirleri de vardır. Yalnız hangi tarzda yazılmış olursa olsun bu şiirlerin ortak özelliği müzikal ve sâde oluşlarıdır. Vezinli olanlarda tam ve zengin kafiyeler kullanılırken serbest şiirlerinde aliterasyon ve asonanslarla beslenmiş güçlü bir iç mûsikîsi vardır. Zaten onun serbest şiirleri, daha çok hecenin “serbest müstezatları” gibidir. Serbest müstezat terimi her ne kadar aruz şiirler için kullanılıyorsa da ben burada Akbaş’ın şiirleri hakkındaki görüşümü açıklamak için de bu terimi kullanma ihtiyacını duydum. xxxxxxxxxxMasal Çağı Ali AkbaşŞu mâvi dumanlı koydaBir küçük köy uyukluyor Şu gümüş hâreli çayda Bizim kızlar kilim yuyor Geliyor tokaç sesleri Yansıtır yamaç sesleri Suyun aynasında tarar Kızlar üç kulaç saçları Yüzünüz şavkır sulara Kalaylı bakraç yüzünüz Oturun dinlenin biraz Yok mu yazınız güzünüz Öte geçeye geçmeyin Çay bulanık su içmeyin Güzellikten baç alırlar Gül yüzünüzü açmayın Şarıl şarıl çimdiğim çay Çiğdem topladığım yayla Artık rüyama girmeyin Etmeyin etmeyin böyle Aynı kaptan yenen yemek Bin dudağın değdiği tas Ah köyüm baba ocağım Suyun zemzem taşın elmas Dağlar ak saçlı bir dede Doruklar pâre pâre kar Tarlalar kırda seccâde Kekik kokulu tarlalar Gözümde tüter bacalar Medet analar bacılar Gençleri beni tanımaz Duydum ki ölmüş kocalar Zeynep elif suna gülçin Fistanınız biçim biçim Bir gün imeceye gelin Bu derdi tüketmek için Beni unutmayın sakın Seven demez uzak yakın Yitirdim köyün yolunu Yamaçlara ateş yakın Hiç sormayın nerde kaldım Her yıl bir diyarda kaldım Bir ifrit ağına düştüm Bir kuş gibi darda kaldım Yıkacağım evi barkı Sıkıyor beni dört duvar Niye söylediğim şarkı Ulaşmıyor yâre kadar Kuşlar geçer katar katar Katılır ben de giderim Kanat vermezse turnalar Kolumu kanat ederim Çamlıbeli tutunca kar Uluşur dağda aç kurtlar Bir kuş olurdu bir deve Bacadan geçen bulutlar Vurulmuş küçük şehzâde Düşmüş doru küheylandan Kimseler gelmez imdâde Baykuş ötüyor ayvandan Ninem nerde nerde masal Ağzından bal akardı bal Benim aslan çocukluğum Yollar ayrıldı hoşça kal

Hiç yorum yok: